Evlenmek;
kimine göre Leyla’nın içinde yaşadığı bir cennet bahçesine kavuşmak, kimine
göre ağzına bir parmak bal çalınan adamın kör kütük geçtiği köprünün sonundaki
esaret adasında yaşamak , kimine göre de neslin devamını sağlamak-hayatı düzene
sokmak-yalnızlığı gidermek gibi durumlardan dolayı eş aramaktır; çoğu zaman
neden evlendiğini yıllar sonra anlamaktır.
Kişilerin
ekonomik, sosyal, mesleki ve duygusal hayatlarında gerekli olgunluğu yakalamasıyla
ortaya çıkan evlilik düşüncesi, toplumun biyopsikososyal döngüsüne katkı sunan en önemli dinamiklerdendir. Bu
düşünce, öncelikle kişinin hayatını sonrasında da toplum yapısını derinden
etkileyen değişimleri içinde barındırmajtadır. İşte tam bu noktada bazıları
hazır olduğunu hissedip evlenmeye niyetlenirken bazıları da ya ertelediğini
söylüyor ya da evlenmenin o kadar da iyi bir şey olmadığını ifade ediyor. Evlenmek
istememenin kişisel yada toplumsal nedenselliğine baktığımızda birçok farklı
durum görmek mümkündür. Ben bunlardan bir tanesi olan “özerkleşme” faktörü
üzerine durmak istiyorum.
Özerkleşme;
bebeklik döneminde yürümeyle başlayan ve tuvalet alışkanlığı kazandığımız 3-4
yaşlarına kadar devam eden süreçte, dünyayı tanıma ve keşfetme girişimleriyle
kendini şekillendiren temel yaşam becerisidir. Sonrasında bu beceri, hayatı bir
çok yönden kuşatan kişilik yapısının çekirdeğini oluşturur. Kişilik yapısının
çekirdeğinde var olan özerklik kavramının çocuk gelişimindeki aşamaları üzerine
araştırmalar yapan Margaret S. Mahler insan yavrusunun gelişimini 3 temel
dönemde açıklar;
(0-2
ay) otistik dönem ( Kendi iç dünyasına ve beden algısına dönük olduğu
dönem )
(2-6
ay) simbiyotik dönem ( Anneyle karşılıklı beslendiği ve füzyonun olduğu dönem)
(6-36
ay) ayrışma ve bireyleşme dönemi
- Ayrışma denemeleri (6-16 ay)
- Tekrar yakınlaşma
(16-20 ay)
- Ayrışma ve bireyleşme (20-32 ay)
İki
üç yaşlarından sonra merak duygusuyla dünyayı keşfe çıkan çocuğun belli
sınırlar içerisinde dünyayla temas etmesi ve deneyimler yaşamasının
desteklenmesi ile devam eden bir süreçtir özerkleşme. Özerkleşme çocuğa tercih
yapma hakkı verdiği gibi yapmış olduğu tercihin sonuçlarına katlanma
zorunluluğunu da ortaya koyar. Yaptığı davranışların sorumluluğunu üzerine
almaya başlayan çocuk büyüdükçe hayatın sorumluluğunu alması gereken yaşa
gelir. Artık o büyümüş olgunlaşmış, kendi hayatı adına kararlar veren ve
verdiği kararlarla hayatını yaşamak zorunda olan bir insan olmuştur. Özerkleşen
ve olgunlaşan kişi özgürce yaşamanın keyfini çıkarırken özgürlüğün bedeli
olan sorumluluğun yükünü omuzlarında hissetmektedir.
Yetişkinlik
dönemine kadar özerkleşme ve bireyleşmeyi güvenli bağlanma zemininde
gerçekleştiren genç yetişkinler anne babasına yeterince bağlıyken, bağımlı
durumda değillerdir. Bu durum genç yetişkinle anne babası arasındaki bağların
zayıf olduğu ve birbirlerine yeterince destek olmadıkları anlamına gelmez,
aksine kendinden ayrıştığını ve farklı bir birey olduğunu kabul eden anneyle
çocuğu arasında ciddi bir sevgi ve güven bağı olduğunu fakat varoluşlarını
birbirinin üzerine inşa edip işgalci davranmadıklarını gösterir. Çocuğuna yeni
ve özgür bir dünya kurmasına izin veren annenin çocuğu da zamanı geldiğinde
tüm sorumluluklarını üzerine alıp uygun bir eş tercihi yapacak ve kendi
hayat sistemini yeniden yapılandıracaktır. Ailesi onun için çok önemlidir,
kendisi de ailesi için çok önemlidir ve hayatlarının sonuna kadar yardımlaşma
dayanışma içinde olacaklardır. Çocuklarına temel güven duygusu içerisinde
yeterli ilgi ve sevgiyi hissettirdikten sonra onları birey olarak kabul edip
iradesine saygı göstermeyi becerebilen aileler, kendilerine bağımlı silik insanlar
değil kendi ayakları üzerinde durabilen ve ailesine bağlı olan güçlü insanlar
olmalarını sağlamış olurlar.
Özerkleşme
sürecinde sorun yaşayan ve otuzlu yaşlarda olmasına rağmen hala annesinin
dizinin dibinde oturup kendini “annesinin birtanesi“ olarak tanımlayanlar
vardır çevremizde. Annesini, bireyleşme ve özerkleşmesinin önündeki bir engel
olarak görmesine rağmen ondan kopacak kadar gücü yoktur. Anne, yere göğe
sığdıramadığı oğluna denk bir gelin bulmanın zorluğundan bahsederken, oğlu da
annenin yerine koyacak ve anne gibi onu besleyecek bir eş bulmanın imkansız
olduğunu düşünür. Bir taraftan çocuğunu evlendirip onun bir aile olmasını
isteyen anne bir taraftan da kendinden bağımsız olmasını kabul edemeyecek kadar
çocuğuna bağımlıdır. Ayrışma sürecinde annenin gelinle yaşayacağı gerginlikler,
annesinin güvenli limanından eşinin limanına yanaşmayı düşünen oğlunun bu
aktarımı tam olarak gerçekleştirememesine sebep olacaktır. Bir yandan
annesini bırakamadığı için eşi tarafından kendi olamamak ve anakuzusu olmakla
suçlanacak diğer taraftan da eşine alışmaya çalışırken kılıbık olduğu,
eşinin kontrolünde olduğu gibi ifadelerle eleştirilecektir.
Özerkleşme
sürecini sağlıklı bir şekilde gerçekleştiren ya da hiç gerçekleştiremeyip
ailesine bağımlı bir şekilde yaşayan kişilerin, evlilik kararını daha kolay
verdikleri görünmektedir. Biri zaten kendi ayakları üzerinde durduğu için
olgunlaşıp güçlenmiştir ve evlenmek onu sorumluluklardan dolayı zorlayacak bir
süreç olsa da kaldıramayacağı bir yaşantı olmayacaktır. Bundan dolayı korku
değil belki biraz zorluk yaşayacağını düşünecektir. Bağımlı yetişen kişiler ise
evlilik kararından evlilik sürecinin planlanmasına ve gerçekleşen evliliğin
ayakta durmasına kadar birçok sorumluluğu ailesine yüklemekte, kişi maddi manevi
ailenin garantörlüğüne ihtiyaç duymaktadır. Bundan dolayı çocukluktan beri
ihtiyaçları ailesi tarafından belli kurallar doğrultusunda karşılanmış olan
kişi bu süreci ailesinin kurallarına göre oynadığı takdirde sıkıntı
yaşamayacağını düşünecek ve evlilik ile ilgili ciddi korkular
yaşamayacaktır.
Asıl
sıkıntı, özerkleşme ve bireyleşme sürecini sağlıklı geçirmediği halde yaşamının
belli bir döneminden sonra özgürlüğünü hisseden kişilerin evlenmeyi tekrar
annenin kontrolü altına girmenin bir türevi olarak algılamasıdır. Evliliği,
yıllardır mücadelesini verdiği özerkliğin ve bireyselliğin bitişi olarak görmesidir.
Bu tip kişilerde evlenme korkusu ya da isteksizliği, henüz tam olarak
kazanamadığı kimliğini kaybetme ve anne türevi olan birine teslim etme anlamına
gelebilmektedir. Ya da doğru kişiyi arıyorum diyerek uzun yıllar evliliği
erteleyenleri “ esaretinden yeni kurtulduğum anne/baba mın yerini almak
isteyen kişilerle değil beni ben olduğum için tercih edecek, bireyselliğimi ve
özerkliğimi önemseyerek kendim olabileceğim bir dünya da benimle yaşamak
isteyecek birini arıyorum ” şeklinde anlayabiliriz.
O
halde şunu söyleyebiliriz; ne tam anlamıyla kültürünü ( bağımlı kişilik yapısı,
ataerkil yapı ) yaşayan insanlar ne de bireyleşme ve özerkleşme gibi biraz batı
kültüründen gelen fakat olgunlaşmayı beraberinde getiren özelliklere sahip
insanlar evlilik sürecinde çok fazla kaygılanmazken, gelenekçi bir yapıda
büyüyen fakat sonrasın da bireyleşme ve özerkleşmesini tamamlamaya çalışan yani
geçiş sürecinde olan insanlar ciddi düzeyde
kaygılar yaşayabilmektedirler.
Şanver YEREBAKAN
Klinik Psikolog / Psikoterapist