22 Ekim 2013 Salı

Terkedilme Depresyonu !!!



Kim derdi, böyle başlayan bir aşk yarı yolda kalacak? Kim derdi, bir gün gözlerinin içine bakıp “artık seni sevmiyorum” diyecek zalimce. Eriyip bittiğin, uğruna kul köle olduğun, beraber nefes aldığın bu insan duygularının değiştiğini söyleyecek sana, şaşkınlık ve korku içerisinde bırakarak. Tekrar kavuşmanın ümidiyle kaybetmenin derin çukurlarında direndiğini fark edeceksin çaresizce. Pazarın ortasında annesini kaybeden çocuğun yaşadığı korkuya benzer bir şey hissedeceksin, hayatım boyunca elini tutmak istediğin insanın elini bir daha tutmamak üzere bıraktığını düşündüğünde. Benzer duygu ve düşüncelere sahip insanların akıp giden hayatın içerisinde, olup biteni anlamaya çalıştığını görürüz. Belki de hayatın acımasız ve soğuk yüzünü, ayrılık sonrası yalnızlığı fark etmeye çalışıyordur onlar.

Ayrılık sonrasında yalnız kalmak, hayatın geciktirerek karşımıza çıkardığı bir gerçekliktir. Belki anne-babamızın öğretmediği bu gerçekliği, yıllar sonra çok sevdiğimiz insanla kurduğumuz duygusal ilişkinin bitmesi öğretecektir bize. Karşılıklı yoğun sevgi ilişkisi içerisinde kendi benliğinin sınırlarını kaybetmiş, bunu da samimiyet ve yakınlıkla açıklamaya çalışan birçok anne baba vardır. Zihnindeki sevgiye dayalı güvenli ilişkinin özellikleridir belki bunlar. Bu ilişki biçimi, sevgiyi paylaşma ve yakınlaşma davranışının temelini oluşturur çocuğun dünyasında.

            Anne-baba ile kurduğumuz ilk duygusal ilişki biçiminin hayatımız boyunca kuracağımız duygusal ilişki biçimiyle benzerlik gösterdiği bir çok araştırmada ortaya çıkmaktadır. Anne-babayla kurduğu ilişkide, bir taraftan olumlu ilişkiyi sürdürürken bir taraftan da ayrışmayı-bireyleşmeyi gerçekleştirebilen ve kendi ayakları üzerinde durabilen kişinin, sevgiye dayalı özerk bir ilişki biçimi oluşturduğu söylenebilir. Bu ilişki biçiminde sevme ve sevilme çok önemsenirken, sevilmeme durumu yıkım değil hüzün ortaya çıkaracaktır. Sevilmeme, ayrılma gibi durumlar bir gerçeklik olarak karşısına çıkacak ve biraz zor olsa da bu duyguyla baş edecek kadar kendini güçlü hissedecektir. Buna gerçek kendiliğinden aldığı güçle, özünden aldığı güçle ayakta kalma ve hayatı tüm gerçeklikleri ile yaşayabilme potansiyeli diyebiliriz.
           
             Sembiyotik ilişki(sınırları kaybolmuş, içi içe geçmiş, birbirinden beslenen) biçimiyle beraber yaşamaya alışmış olan insanlar için terk edilmek, kendini tanıması ve gerçek kendiliğini fark edebilmesi adına bir fırsattır. Boşluk, hiçlik, anlamsızlık, öfke gibi duyguların yoğun yaşandığı bu dönemler, kişinin kendini aradığı zamanlardır. Yani kişiyi hayata bağlayan bir nesnenin kaybolması kişinin kendinden aldığı güçle hayata devam edebilme sistemini aktive edebilir.

Çoğu zaman kişi bu süreçte kendi olmanın zorluğunu yaşamak yerine, benzer işlevlere sahip başka birini hayatına sokarak boşluğun dayanılmaz acısını dindirmeye çalışır. O zamana kadar da boşluğu hissetmemek için alış veriş, yemek yeme, riskli davranışlarda bulunma, ani kararlar alıp değişik etkinlikler yapma gibi eylemler sergileyerek yalnızlığın zeminindeki boşluğu yok saymaya ve bu eylemlerle içinde bulunduğu anı yaşamaya çalışır. Bu şekilde eylemlerde bulunan ve sonrasında kaybettiğine benzer bir nesne bulup ona bağlanarak hayatta mutlu olacağını düşünen kişiler, hayatı boyunca benzer terk edilme depresyonları yaşayacaktır.
 Çünkü kendine yetebilme ve kendinden aldığı güçle yarınlara kalabilmek için kişinin ayrılma sürecindeki boşlukta bir müddet kalması ve acının, yalnızlığın olduğu o duyguda kişiliğini bir başkasına bağlanmadan yapılandırabilmesi gerekmektedir. Kişiliğin inşa edildiği bu süreci, çoğunlukla bir psikoterapistten yardım alarak insanların atlattığı görülmektedir. Bu süreç kişinin çocukluk döneminde yarım kalan ayrışma ve bireyleşme becerisini tamamladığı, kendilik yapısını olgunlaştırdığı ve yaşamını tekrardan inşa ettiği bir dönem olmaktadır.  

 Bir örnekle açıklayacak olursak ; Anne karnında yaşayan çocuk için her şey yolundadır, beslenme anneden karşılanır, oksijeni sıvı halde alır. Aslında cennet bahçelerinden bir bahçedir anne karnı. Belli bir olgunluğa eriştiğinde dünyaya gelir ve anne karnındayken karşılamış olduğu ihtiyaçları doğduktan sonra daha farklı şekillerde karşılamak zorunda kalır. Anne karnındayken sıvı oksijen alarak solunum yapan çocuk doğduktan sonra ilk kez havayı içine çeker ve ciğerlerini şişirerek normal solunum sistemini devreye sokmuş olur. Bu örnekte sadece solunum yapma davranışına bile baktığımızda çok şey görmek mümkündür. Bebek büyüme ve kendine yetebilirliği arttığı oranda fizyolojik olarak kendi sistemini devreye sokar. ilk nefes aldığında ciğerlere çektiği havadaki oksijen, hava keseciklerini yakar ve bebeğe çok acı verir. Zor olmasına rağmen yaşanması gereken bir durumdur çocuğun anneden bağımsız bir şekilde hayatını sürdürebilmesi ve hayati fonksiyonlarını devam ettirebilmesi için. Aslında ayrılıkta yaşadığımız boşluk duygusuyla baş etmek ile çocuğun ciğerlerine hava çekmenin acısına dayanması benzer durumlardır. Sıvı oksijenle beslenmenin rahatlığı, yaşamanın gereklerinin bir başkası tarafından optimal düzeyde karşılanmasıyla anlaşılabilirken; başka bir insana bağlanıp onun gözlerinde mutluluğu arıyor olmakta da, hayatta mutlu olmanın sorumluluğunu başkasına vermenin rahatlığı vardır diyebiliriz. İki durumda da olgunlaşmayla beraber ortaya çıkan, kendine yetebilmenin zorluğu yaşanmaktadır.  

Boşluğa düşen kişinin öncelikle duygularını ve düşüncelerini fark etmesi önemlidir. Yaşanan depresyon kişiye çok acı veriyor olsa da kendiliğini inşa etme sürecinin başlangıcı olduğu için gerekli bir süreçtir. Kendiliği inşa etmek kişinin kendini tanıması ve bu zamana kadar önem vermediği taraflarını fark etmesiyle  başlar. Keyif aldığı, üretken olduğu, yetenekli olduğu yaşam alanlarını görmesi ve hayatına taşımasıyla devam eder. Her şeye ve herkese rağmen, var olabilmenin zorluğu ve sorumluluğuyla hayatını sürdürebilmeyi öğrenerek mesafe kat eder. Hayatın içinde olumlu ve olumsuz yaşantıların olabileceğini kabul eden kişi, artık daha tutarlı ve sürdürülebilir bir hayat yaşamaya başlayacak; kendisiyle, karşısındaki insanla ve hayatla daha güvenli bir ilişki sürdürmeye çalışacaktır. Yaşayabileceği olaylar ve karşılaşabileceği durumlar beklentileri dahilinde olacağı için ciddi hayal kırıklıkları ve incinmişlikler yaşamayacak; huzurlu, mutlu ve dingin bir hayata yelken açmış olacaktır.


       Şanver YEREBAKAN
Klinik Psikolog / Psikoterapist



15 Haziran 2013 Cumartesi

Stres Nedir ? Baş Etme Yolları Nelerdir ?



Stres kişinin baş edebilme gücünü aşan ya da zorlayan durumlarla karşılaştığında kendini koruyabilmek ve hayata devam edebilmek adına verdiği otomatik tepkilerdir. Çoğu zaman kişi stres altındayken üç farklı tepkiden birini verir. Eğer var olan durumla mücadele edecek kadar gücünün olduğuna inanıyorsa “savaşma”,  baş edemeyeceğine inanıyorsa “ kaçma “ , eğer kaçacak kadar dahi gücünün olmadığına inanıyorsa “donup kalma “ tepkisini verir. Genelde bu tepkiler kişinin kendine karşı olan temel inançlarından beslenir . Savaşma tepkisini otomatik olarak veren ve içinde bulunduğu sorunlarla mücadele etmeye çalışan kişinin kendine ilişkin temel inançları ( güçlüyüm, yapabilirim, çözüm üretebilirim, başarabilirim ) şeklinde iken, kaçma tepkisini otomatik olarak veren kişinin temel inançları ( zayıfım, beceremem, yetersizim, daha fazla zarar görmemek için buradan uzaklaşmalıyım) şeklinde olur. Donup kalan kişinin temel inançları ise ( kaçarak kendimi fark ettirirsem zarar görürüm, zayıfım, acizim, çaresizim, yetersizim) şeklinde olduğunu görürüz. Kişinin bu tepkilerden hangisine daha yatkın olduğu içinde bulunduğu anda değil, geçmiş yaşantıların duygusal izlerinden oluşan kendilik yapısı tarafından belirlenir.

Stres birçok rahatsızlığa sebep olduğu gibi, bir çok rahatsızlık sonrasında da ortaya çıkabilir. Ya sorunun ortaya çıkmasını engelleyemediğimiz için ya da çıkan soruna çözüm üretemediğim için stres yaparız. Bizi aşan, sınırlarımızı zorlayan ve yetişemeyeceğimiz düşüncesini aklımıza getiren her şey stres kaynağıdır. Bir işe, toplantıya, programa trafikten dolayı yetişemeyeceğimizi anlarsak ve trafik sorununu da çözemeyeceğimizi bildiğimizden dolayı içinde bulunduğumuz anda derin çaresizlik duygusu yaşarsak, muhtemelen ikincil bir duygu olan öfke ortaya çıkmaya başlayacaktır. Ortaya çıkan öfke, ya trafikteki diğer sürücülerin küçük hatalarını bulup onlarla kavga etmesine, ya telefon açan eşiyle tartışmasına ya da arabanın direksiyonunu yumruklaması gibi anlık tepkilere sebep olacaktır. Kazancından fazla ödemesi olan birinin benzer duygu ve düşüncelere sahip olup benzer tepkiler vermesi sık karşılaşılan bir durumdur. Nasılsın diye sorduğunuzda “koşturuyoruz, yetiştirmeye çalışıyoruz” derler tükenmişlik, yorgunluk ve bıkkınlık içerisinde.

İnsanın epigenetik yapısında varolan ruhsal ve fiziksel patolojilerin zaman içerisinde ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu potansiyeli ortaya çıkaran, tetikleyen en önemli unsurun stres faktörleri olduğu görülmektedir. Ruhsal yapının fiziksel durumu, fiziksel durumların da ruhsal yapıları etkiliyor olduğu yapılan bir çok araştırmada ortaya konulan bir bilgidir. Hasta olan bir adamın moralinin yüksel olmasının iyileşme sürecini hızlandırdığını bildiğimiz gibi, sağlıklı olan bir adamın uzun süre stres altında kaldığında çeşitli rahatsızlıklarla karşı karşıya kaldığını görmekteyiz.

Peki ne yapmalıyız ? Öncelikle stresin ne olduğunu ve hayatımızı nasıl etkilediğinin farkında olmalıyız. Stresi tam olarak ortadan kaldırmak mümkün mü ? Değişen ve karmaşıklaşan dünyada, bir çok işi aynı anda yolunda götürmeye çalıştığımız bu zamanda stresi ortadan kaldırmak değil stresle yaşamayı öğrenmek mümkündür.

Stresin belirtilerine bakacak olursak;

Fizyolojik Belirtiler

-  Yorgunluk  
-  Adale ağrıları
-  Yerinde duramama
-  Ellerin terlemesi 


Psikolojik Belirtileri

-          Endişelenme
-          Konsantrasyon güçlüğü
-          Kontrolsüzlük duygusu
-          Sinirlilik
-          Unutkanlık

           Davranışsal Belirtileri

-          Bir maddeye aşırı düşkünlük ( sigara, alkol )
-          Beslenme ve uyku dengesinin Bozulması ( ya normalden fazla ya da az olması )
-          Telaşla oradan oraya koşuşturmak
-          Sosyal ortamlardan kaçınma

           Stresle baş etme yollarına bakacak olursak;

-          Doğru beslenme alışkanlığını geliştirmek ( doğru beslenme alışkanlı öncelikle fiziksel olarak daha sağlıklı yapıya sahip olmamızı sağlar, günlük yaşamda baş etmeye çalıştığımız durumlarda kendimizi daha zinde hissederiz )
-          Zamanı etkili kullanmak ( yetiştireme, geç kalma, yarım bırakmak zorunda kalmak yada yapabileceğimizin üstünde bir işi yapamayacağımız bir sürede yapmak zorunda kalmak gibi stres verici durumları ortaya çıkmasını engellemiş oluruz )
-          Geçmiş başarıları hatırlamak ( geçmişte benzer durumlarla karşılaşıp üstesinden geldiğimiz olayları hatırlamak, cesaretimizi arttırmamıza ve çözüm üretmemize yardımcı olur )
-          Sosyal destek sistemini güçlü tutmak ( Yanlarında kendimizi iyi hissettiğimiz ve duygusal olarak onlardan beslendiğimiz insanlarla paylaşımları arttırmak, zorlu süreçlerde kendimizi daha güçlü hissetmemizi sağlayacaktır )
-          Fiziksel egzersiz yapmak ( düzenli spor yapmak , yürüyüşe çıkmak, koşu yapmak gibi fiziksel olarak bizi dinç ve güçlü hissettirecek egzersizler günlük yaşamda kendimize olan güveni arttıracaktır )
-          En önemli tekniklerden biri olan nefes alma egzersizi ( Bir el karnınızın üstüne bir elinizi de göğsünüzün üstüne koyup nefes alıp verin. Eğer nefes aldığınızda şişen yer göğsünüz oluyorsa yanlış nefes alıyorsunuz. Eğer kanınızın üst kısmı yani diyafram kaslarının olduğu yer şişiyorsa doğru nefes alıyorsunuz. Diyaframdan nefes almayı öğrendikten sonra kendinizi çok gergin ve çaresiz hissettiğiniz anda  sadece altı kez derin nefes alıp aldığınız sürenin iki katı kadar sürede verirseniz ve sadece nefesinize odaklanarak, onun nasıl vücudunuzdan süzüldüğünü fark etmeye çalışırsanız egzersiz bittiğinde kendinizi daha farklı hissedeceksiniz. Çözüm üretmek konusunda kendinizi daha güçlü hissedeceksiniz.)

Stresi hayatımıza ne şekilde konumlandıracağımızı ve hayatı nasıl daha yaşanabilir hale getireceğimizi anlamak, kendimizi anlamaktan geçer. Değiştirebileceklerimiz için mücadele etmek, değiştiremeyeceklerimiz için sabretmek ve bunların ayrımını yapabilmek için de sağlıklı düşünmek gerekmektedir.   


       Şanver YEREBAKAN
Klinik Psikolog / Psikoterapist

10 Nisan 2013 Çarşamba

SINAV KAYGISI !!



Hayatınızı zora sokan, işlevselliğinizi bozan ve yapmak istediğiniz davranışları engelleyen  psikolojik kökenli birçok problem, gerçeklikten uzaklaşmayla başlar. Hayatın gerçekliğinden uzaklaşıp karşılaştığınız duruma ilişkin kendi gerçekliğinizi oluşturduğunuzda işte o zaman karşınızdaki engellerle değil zihninizdeki engellerle baş etmeye çalışırsınız.

Kaygıyı, belirsizliğin kişisel fanteziyle beslenmiş halinden korkma şeklinde tanımlayabiliriz. Sınav kaygısı nedir diye baktığımızda; öğrencilerde, sınav öncesinde başlayan sınav anında yoğun olarak hissedilen ve sınav sonrasında kendini gerçekleştiren kehanet halini alan heyecan ve korku karışımı bir duygu durumudur.

Genelde sınav öncesinde uyku ve beslenme düzeninin bozulduğu ( uykusuzluk yada aşırı uyuma, çok yeme yada hiç yemek yememe vs. ), sınavın kötü geçeceğine dair rahatsız edici düşüncelere engel olunamadığı, sınavdayken beklenmedik durumlarla ( soruların çok zor olması, bildiği soruları yapamama, basit hatalar yapma vb.) karşılaşacağı, sınav anında ortaya çıkacak olumsuzları yönetemeyeceği ve yoğun çaresizlik yaşayacağı gibi inançlara sahip olunduğu görülmektedir.

Olumsuz düşünceler olumsuz duyguları, olumsuz duygular da istenmeyen davranışları ortaya çıkarmaktadır. Zihnimizde birbirini etkileyen düşünce duygu ve davranış döngüsünü olumsuz düşünceyle ateşlemiş olur. Bu olumsuz Düşünce-Duygu-Davranış döngüsü stabil çalışan beden fonksiyonlarına kırmızı alarm verir ve tehlike olarak algılandığından korunmaya dönük bir vücut sistemi çalışmaya başlar. Mide, sindirim sistemi, böbrekler gibi organlardan kan merkeze çekilir ve çözüm sürecinde daha işlevsel olan kaslara ve beyne kan pompalanır. Bu tempoda kan pompalayabilmek için daha hızlı çalışan kalp kişi tarafından kalp çarpıntısı olarak algılanır. Kişi bu sirkülasyonun olduğu sırada, vücut ısısı değiştiğinden dolayı terlemeye başlar. Bu yaşananlar otomatik olarak çalışan vücut fonksiyonlarının tehlikelerden kendini koruyabilmesi için oluşturduğu bir sistemdir. Bu sistem sınav anında kişinin olumsuz düşünceye odaklanmasıyla aktive olur ve böylelikle olumuz düşünce, duyguları o da davranışları etkileyerek kişinin korktuğu başına gelmiş olur.

Baş Etme Yolları Nelerdir ?

1-     Düşünceleri Yönetmek

Olumluya odaklanmak, olumsuz durumların varlığını gerçekçi düzeyde kabul ederek olumlu düşünceyi beslemektir. Düşünceler anılardan beslenir.  Eğer geçmişte yaşadığınız benzer durumlarda, gösterdiğiniz başarıyı sürekli hatırlamaya çalışırsanız içinde bulunduğumuz zamanda  da başarılı olacağınıza inanırsınız. İnandığınız olumlu düşünceler de geçmişteki başarısızlıklardan beslenen olumsuz düşüncelere göre daha baskın olacaktır ve süreçte gerçekleştirebileceğiniz performansa ilişkin sizi motive edecektir. Olumsuz sonuçlarla karşılaşma ihtimalinizin varlığını yadsımadan geçmişte sergilediğiniz performansı bir daha yakalayabileceğinize ilişkin bir inanç oluşturmanız gerçekçi bir beklenti olacağından sizi sınav sürecinde rahatlatacaktır.Yani ilk işimiz döngüyü ateşleyen olumsuz düşüncelerden kurtulmak olmalıdır.



2-     Duyguları Yönetmek

Kişinin olumsuz düşünceler aklına geldiğinde ( güçsüzlük, yetersizlik, zayıflık, değersizlik, çaresizlik vb. ) duygularının farkına varması ve yönetmeye çalışmasıdır. Duyguları yönetebilmek için kendinize ve içinde bulunduğunuz sürecin sonucuna ilişkin ( sınav anında her şeye rağmen yapabileceğinize inanmanız ve mücadele edip olumlu sonuçlanacağına odaklanmanız ) oluşturduğunuz olumlu düşünceye odaklanmanız gerekir. Olumlu düşünceye tam olarak odaklanmak, size güven verecek ve kendinizi daha rahat hissedeceğinizden dolayı başarılı olmak gereken potansiyelinizi sınava yansıtmanızı sağlayacaktır. Duygular düşünceden etkilenirken aynı zamanda düşünceyi besleyen en temel kaynak durumundadır. Duygu su kanalı gibi ya düşünce bataklığına akıyor ve bataklığın sürekli sinek üretmesine sebep oluyordur ya da gül bahçesine akıp güllerin açmasını sağlıyordur. Suyun yönünü hangi tarafa çevirirseniz o tarafınızı güçlendirmiş olursunuz. Süreçte daha hızlı yol alabilmek için düşüncelerimizi değiştirdiğimiz tarafa duygularımızı da yönlendirmeye çalışmalıyız.


3-     Beden Fonksiyonlarını Yönetmek

Sınav kaygısını yoğun bir şekilde yaşadığımızda zihnimizin durumu tehlike olarak algılamasından dolayı vücut fonksiyonlarını tehlikeye karşı daha güçlü olabilmemiz adına değiştirdiğini ifade etmiştik. Vücut fonksiyonlarının stabil durumdan olağanüstü duruma geçmesiyle beraber değişen davranışların en belirgini nefes alıp vermenin değişmesidir. Solunumdaki değişme tüm vücuttaki değişmenin habercisidir çoğu zaman. Sakin bir şekilde çalışan vücut fonksiyonları sanki kontrolden çıkmış gibi hissedilir ve bu duruma maruz kalmanın çaresizliği içerisinde kendimizi seyrederiz. Tam bu noktada solunum kontrol edilip normal düzeye çekildiğinde diğer vücut sitemlerinin de normale dönmeye başladığı görülmektedir. Burada gerçekleştirilen düzenli nefes egzersizleriyle hem vücudun oksijen ihtiyacının karşılanıp kasların gevşemesini sağlarken hem de olağan üstü çalışan vücut fonksiyonlarını normal düzeye çekip kalp atışı stabil hale gelmesini sağlar ( Yalnızca sınav öncesinde yeteri kadar solunum egzersizi yaparak vücudu kontrollü bir şekilde gevşetebilme becerisi kazanan kişiler bu çalışmayı  yapmalıdır. Aksi halde ilk kez sınavda derin derin nefes alarak rahatlamaya çalışan kişinin vücudu alışık olmadığı için fazla oksijenden dengesi bozulabilir ve daha kötü olabilir ).


Yukarıda bahsedilen üç yöntem, birbirini desteleyen ve tamamlayıcı konumunda olan üç çalışmayı içerir. Düşünce –duygu-davranış  üçlüsünden oluşan bu içinden çıkılmaz kaygı döngüsünü kırmak için üç dinamiği de kontrol etmeye çalışmak gerekir. Bu döngüyü zayıflatır kontrol altına alabilirseniz, sizi kontrol eden değil sizin kontrol ettiğiniz bir sisteminiz olur. Süreçte sizi destekleyen ve amaçlarınıza ulaşmanız konusunda motive eden düşünce–duygu-davranış ( yapabilirim - inanıyorum ve rahatım - yoğunlaşıyorum ) dinamiklerini yapılandırabilirsiniz. Sizi her zaman güçlü hissettirecek ve potansiyelinizi aktarmanızı sağlayacak olan şey;  öncesindeki başarıları hatırlayıp sonrasından ümit ederek  içinde bulunduğunuz anda mücadele etmeniz olacaktır.


      Şanver YEREBAKAN
Klinik Psikolog / Psikoterapist

3 Şubat 2013 Pazar

İletişim Prangalarından Kurtulmanın Yolu: Empati



İletişim denildiğinde akla gelen ilk kavramdır empati. Anlayabilme becerisi olarak bilinen empatinin varlığından herkes haberdar olsa da önemini kavrayan ve ilişkilerine yansıtan kişiler azdır. Halk arasında anlayışlı insan diye tarif edilenlerdir belkide, mizacına empatiyi sindirenler. Bir üzüntünüz ya da acınız olduğunda yanına gitmeye çekinmediğiniz ve sizin için bu kadar özel olan duyguları anlayabileceğini düşündüğünüz kişilerdir onlar.
       
Temel iletişim becerilerinden olan empati; bir olayı onun gözüyle görmek, onun kulağıyla işitmek, onun yüreğiyle hissedebilmek ve anlaşıldığını hissettirebilmektir. Aile içi iletişimde yaşanan çatışmaların temelinde, kişilerin birbirlerinin duygularını ve düşüncelerini tam olarak anlamadan yargılamalarından kaynaklandığı görülmektedir. Anlaşılamamanın verdiği öfkeyle beslenen tartışmalar, çözüm sürecinin önünü tıkayan en önemli dinamik olmaktadır.

Aile içi iletişim sorunlarının en sık yaşandığı dönem, yetişkin adaylarının artık çocuk olmadıklarını ebeveynlerine hissettirmeye çalıştıkları ergenlik dönemidir. Yaşanan tatsız olaylara baktığımızda ebeveyn ergenin davranışlarını anlamlandıramamakta, ergende ebeveynin verdiği tepkiyi yersiz bulmaktadır. Çünkü iki tarafta karşısındakinin davranışını kendi penceresinden, kendi dünyasından yorumlamaktadır. Aile içinde yaşanan sorunların çözülmesi için yapılan konuşmalarda babaların çoğunlukla “ Hey gidi günler !! bizim zamanımızda ….” diyerek söze başladığı, kendi çocukluk dönemleriyle çocuklarının şu anki yaşantılarını karşılaştırarak en empatik konuşmayı yaptığını düşündükleri görülmektedir. Bu süreçte sadece problemle ilgili nasihatte bulunarak görünüşte çözüm yolu gösteren bir baba ile suçlu olan ama kendisi ile babası arasında bir duvar olduğunu hisseden, aslen hiçbir değişiklik olmamasına rağmen kabul et kurtul mantığını kurarak içinde, bulunduğu zor durumdan kurtulmaya çalışan bir çocuk profili karşımıza çıkmaktadır.


Anne-Babalar çocuklarını yargılamadan, suçlamadan, eleştirmeden önce, onları içinde bulunduğu fizyolojik-duygusal-sosyal gelişim döneminin özelliklerini de göz önünde bulundurarak anlamak ve anlamlandırmak için dinlemelidirler. Bunu yaptıklarında, ebeveyn-çocuk arasındaki duvarların yıkıldığını ve içerde yaşananların paylaşılarak sorunların çözülmesinde mesafe kat ettiklerini göreceklerdir. Empati zemininde paylaşımlarını sürdürebilen ve çocuklarının yanında olduklarını hissettirebilen aileler,  ergenlik döneminde yaşanabilecek olumsuzluklara ( kişilikle ilgili problemler, duygusal problemler, sosyalleşmeyle ilgili problemler vs.) ve risk durumlarına ( madde kullanımı, istismar, zararlı alışkanlıklar vs.) karşı en güvenli bariyeri oluşturmuş olurlar.


            Aile; herkesin ve her şeyin, herkesi ve her şeyi etkilediği bir sistemdir. Eşlerin kendi aralarındaki ilişki çocuklarıyla olan ilişkisini etkileyeceği gibi çocuklarla olan ilişkileri de kendi aralarındaki ilişkiyi etkileyebilmektedir. Eşlerin birbirlerini ne düzeyde anladıkları, derin incinmeleri nasıl aynaladıkları ise muammadır. Anlamaya çalışmak güzel bir davranıştır fakat yeterli değildir. Bazen karşımızdakinin yansıttığı hissettiğinden farklı, bizim anladığımız yansıttığından farklı, bizim ifade ettiğimiz de anladığımızdan çok farklı olabilmektedir. Bu döngü içerisinde çözülebilecek küçük bir problem, ilişkiyi sarsacak kadar büyüyebilir ve karmaşıklaşabilir. Ama yerinde ve zamanında empatik iletişim kurulursa, problemin realitesini iki taraf paylaşır ve sorunun diğer taraflara sıçraması engellenmiş olur.   



Örneğin; ” eve geç gelen adam, on yıllık eşinin asık suratıyla ve kızgın bakışlarıyla kapıda karşılaşmış olmasından sonra onunla kurabileceği iletişime bir bakalım; “ E: Bu akşam için planladığımız  yemeğe çıkma programını işim nedeniyle iptal etmemden dolayı hayal kırıklığı yaşadın ve bu durumdan dolayı bana kızgınsın, seni doğru anlayabilmiş miyim ?  K: Evet E: Bu konuda söylemek istediğin bir şeyler var mı ? K: sana çok kızgınım, gün boyu yemekte giyeceğim elbiseyi seçmeye çalışıyor ve sana nasıl daha güzel görünebileceğimi düşünüyordum. Zaten uzun zamandır kendimi özel hissedeceğim vakit geçirmedik, sürekli bir şey engel oluyor ve eski günlerdeki gibi vakit geçiremiyoruz. E: Akşam yemeği senin için çok önemliydi ve hazırlık yapmıştın. Elimde olmayan nedenlerle olsa dahi yemeği iptal etmem diğer şeyleri sana tercih ettiğimi düşündürdü ve kendini önemsiz hissettin, doğru anlamış mıyım ? K:evet E: bu konuyla ilgili söylemek istediğin başka bir şey var mı ? K: dinleyip anlamaya çalıştığın için teşekkür ederim( kadın anlaşılamamanın oluşturduğu duygusal yükü üzerinden attıktan sonra) , senin söylemek istediğin bir şey var mı ?  E: genel olarak ilişkimiz canlı tutma adına çok şey yapmadığımın farkındayım. Uzun zamandır ilişkimizi beslemeye dönük planlar yapmadığımızı ve ihmal ettiğimizi düşünüyorum. Bu akşam ki yemeği iptal etmek zorunda kaldığım için bende senin kadar üzgünüm ama genel kurul toplan…vs. olduğundan dolayı erteleme şansım yoktu…. K: Seni anlıyorum yapabileceğin çok fazla bir şey yoktu, galiba bende de bir şeyler biriktiği için bu kadar tepki verdim……”

Eğer bu iletişim de adam “ ben gecemi gündüzüme katıyorum, hanım efendi bir yemeği iptal oldu diye bana surat yapıyor.. kim için çalışıyorum ben bu saate kadar…” şeklinde iletişime başlasaydı ya da kadın “ eve hiç gelmeseydin, niye geldin ki… zaten evinin, karının senin için ne anlamı var... yıllardır böyle yapıyorsun en küçük mutlukları bile benden esirgiyorsun…” şeklinde iletişimi başlatmış olsaydı, tartışma çatışmaya  ve oradan da derin incinmelerin olduğu gergin bir atmosfere kendini bırakacaktı . Fakat taraflardan birinin empati yaparak iletişime başlaması ve karşısındakini empatik iletişime davet etmesi, kişileri duruma yoğunlaştıracak ve sorunun büyümesine neden olacak diğer problem alanlarından uzak tutacaktır.    

Yaşanabilecek iletişim probleminde üç temel dinamik vardır. Birincisi yaşanan problemin somut hali ( Akşam yemeği programının iptal olması), ikincisi bu durumun kadın üzerinde ki duygusal yansımaları ve sonrasında oluşturduğu düşünceler(değersizlik duygusu ve eşinin vakit ayırmak için şartları zorlamadığına ilişkin düşünceler)  , üçüncüsü durumun erkek üzerinde ki duygusal yansımaları ve sonrasında oluşturduğu düşüncelerdir(suçluluk duygusu ve uzun zamandır ihmal ettiğine ilişkin düşünceler). Eğer kişi sadece nesnel duruma odaklanır ve onun ötesine geçip karşısındakinin dünyasının kapılarını açamaz ise karşısındaki de bunu yapacaktır. Görünürde var olan olay üzerinde konuştuklarını ve çözüm üretmeye çalıştıklarını düşünseler de asıl yaptıkları şey kendi kalelerini terk etmeden surların içerinde olup biteni karşısındakine anlatmaya çalışmalarıdır. Böyle olduğunda asıl duygular çoğu zaman ikincil duygulara yerini bırakır. Kişi çok kırılmıştır ama karşısındakine yansıttığı duygu (ikincil duygular) öfke, kızgınlık olur. Bu öfkeden ve kızgınlıktan dolayı diğeri kendini çok suçlu ve çaresiz hissetmiş ama karşısındakine kendinden emin ve haklı  olduğunu göstermiştir. Bu tip ilişkilerde temel sıkıntı duygusal yapıda olmasına rağmen iletişimleri kabukları üzerinden devam ettiği ve özdeki duyguya inemediği için çözüme ulaşmak çok zordur.  

Özetleyecek olursak empati; karşımızdakinin gözlerinin içine bakarak iletişimi başlattığımız, etkin dinlemeyle konuşmaya teşvik ettiğimiz ve onun dünyasının kapılarını aralayarak duygularını tam olarak anladığımızı hissettirdiğimiz sürecin sihirli anahtarıdır. Bu anahtara sahip olanlar, çocukları için destekleyici bir ebeveyn; eşleri için samimi bir hayat arkadaşı; iş ortamında uyumlu bir çalışan olarak bilinen ruhsal olarak olgunlaşmış kişilerdir.


      Şanver YEREBAKAN
Klinik Psikolog / Psikoterapist