6 Ekim 2014 Pazartesi

Mutlu Evliliğin Keşfedilmesi



Mutlu bir evliliğin tarifini yapmak mümkün mü ? Herkesin kendisi için bir tarif yapması mümkün ama herkes için bir tarif yapmak mümkün değil gibi görünüyor. İnsanların bir çoğunun evliliği, kendileri için bir milat olarak kabul ettiklerini görürüz. "Evlendikten sonra bırakacağım, değişeceğim, yapacağım" gibi sözlerle kişisel olarak daha iyi bir noktada olacağını düşünerek bu yola çıkar. Şu andaki eksikliklerin tamamlanacağı ve ideal kimliğine ulaşacağı, değişimin ve dönüşümün mihenk noktası olacak bir yer gibi hayal edilir. Sanki, uyum sağlamak zorunda olduğunuz bir hayattan tercih etme hakkına sahip olduğunuz bir hayata geçişin olacağı ve size göre şekillenecek bir ilişki ile hak ettiğiniz hayatı yaşayacağınız bir dönemin başlangıcı gibidir.  Bir de evleneceğiniz kişiyle ilgili hayaller kurmaya başlarsınız. En iyi ve en doğru insanı bulmaya dönük motivasyonla aradığınız kişinin, geçmiş olumlu  yaşantılarınızı devam ettirecek ve güzellikleri koruyacak, aynı zamanda olumsuz yaşantılarınızı tekrar yaşatmayacak ve ondan kalan izlerinizi silebilecek biri olmasını istersiniz. Geçmişte verilmemiş olan fırsatları size verecek, değerli olduğunuzu hissettirecek, şartsız kabul edecek ve sevgi gösterecek, tüm zayıflıklarınızla ve eksikliklerinizle size şefkat duyabilecek, kendinizi tüm yönlerinizle bütün hissetmenizi sağlayabilecek birini beklersiniz. Çünkü, ona ihtiyaç duyarsınız. 


Yapılan araştırmalara bakıldığında, evlilik hayatına ilişkin insanların bilinçdışı beklentilerinde; geçmişten kalan travmaların ve yaraların, eş ile kurulacak olumlu ilişkinin  atmosferinde sarılması ve iyileştirilmesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ebeveynlerimizin kendi sorunlarının gölgesinde oluşturmuş oldukları ilişki biçimi, bizim gelecek hayatta kuracağımız yakın ilişkilerin çekirdeğini oluşturur. Ne kadar özenle ve fedakarlıkla yetiştirilmiş olduğumuzu düşünsek de, bizi yetiştirenlerin kendi yaraları ve travmalarının etkisiyle ortaya çıkan ilişki biçimlerinden bizler de nasibimizi alırız. Bu ilişkisel mirasın kalıplarını, yakın ilişki kurduğumuz bir çok insanda tekrarlarız. Tekrarlamamızın temel amacı, çocukluk yıllarından kalan olumsuz duyguları olumluya çevirebilmek ve temel duygusal ihtiyaçlarımızı, kaybetme korkusu yaşamadan karşılayabileceğimiz birini bulabilmektir.


Yakın ilişkilerin son durağı olan evlilik tüm bu beklentilerin ve hayallerin gerçeklikle karşılaştığı yerdir. Eşler "Beni çok şaşırttın ve hayal kırıklığına uğrattın" derken gerçeklik üzerinden değil çoğu zaman zihnindeki ideal eş tasarımı üzerinden değerlendirme yaparlar. Karşısındakinden beklediği esneklik, sevgi, şefkat, ilgi ve desteğe en az kendisi kadar onun da ihtiyaç duyduğunu unutarak gerçeklikten uzaklaşırlar. Karşı tarafın da benzer bir motivasyon ve ihtiyaçlar eşliğinde ilişki kurduğu ve beklentisini bu yönde şekillendirdiği göz önünde bulundurulduğunda, çoğu zaman ideal evliliğe hayal kırıklıklarının çemberinden geçmeden ulaşmanın mümkün olmadığını görmekteyiz.


Mutlu bir evliliği tanımlarken klişe bazı standartlardan bahsetmek yerine, insanların önce kendilerini sonra eşlerini daha yakından tanımaya dönük bir sürece girmeleri ve en temel duygusal ihtiyaçlarını (sevilme, değer görme, fark edilme, şefkat gösterilme, yeterli olduğunu hissedebilme gibi)  eşlerine ifade edebilmeleri ve eşlerinin de en temel duygusal ihtiyaçlarını (sevilme, değer görme, fark edilme, şefkat gösterilme, yeterli olduğunu hissedebilme gibi) fark edip gidermeye dönük bir ilişki kurduklarında, o zaman evliliğe dönük beklentilerinin daha derinden karşılandıklarını göreceklerdir. Anlaşılmadıklarını, mutsuz olduklarını, derin hayal kırıklıkları yaşadıklarını, sürekli tartıştıklarını ifade eden çiftlerin karşılıklı güven zemini içerisinde kendilerini ifade edebilecek ve karşı tarafı dinleyip anlayabilecek duruma geldiklerinde gerçek bir ilişkiye başlangıç yaptıklarını görebilmekteyiz. Gerçek bir ilişkide, eşlerin evlilik öncesinde hayalini kurduğu o kusursuz eşle sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük tasarımladığı ilişki modelinin, evliliğin gerçekliğiyle uyuşmadığını anladığı anda yaşananlar (kavgaların azaldığı, hafif bir depresif havanın hakim olduğu ve gerçeklikle yüzleşildiği dönem), bir yas sürecine dönüşmektedir.  Diğer eşin de en az kendisi kadar ihtiyaçlarının, incinmişliklerinin, travmalarının olduğunu kabul ettikten sonra iki tarafın kendini güvende hissederek(karşı tarafın kendisine saldırmayacağından emin olarak) eşine kendini açmaya başladığı, temel ihtiyaçlarını ifade ettiği, geçmiş yaşantılarından(eksiklerinden, yetersizliklerinden, acılı anılarından) bahsedebildiği bir tüneme noktasına gelebildiklerinde kendileri için en ideal ilişkinin temellerini atmaya hazır oldukları anlamına gelir.


Gerçek bir ilişkide eşler; içtenlik, samimiyet, sevgi ve şefkat duygularıyla birbirlerinin şifacısı durumuna geldiklerinde, ilişkinin  en zor tarafı olan duygusal katmanını yük olmaktan çıkarır iki taraf için de yaşam kaynağı haline dönüştürürler. Fark edilmeyi bekleyen bir sır gibi deneyimin içinde saklı olan bu destekleyici ve onarıcı ilişki, yaşanacak sıkıntılara rağmen değişime kendisini açan ve bir ötekini merak eden çiftlere kapılarını aralayacaktır. İlişkinin duygusal katmanı sağlamlaştıktan sonra geriye ortak yaşam kültürü oluşturmak, sorumlulukları paylaşmak, geleceğe ilişkin ortak hedefler koymak gibi daha çok düşünce ve davranış kısmıyla ilgili kısımlar kalacaktır ki, bunlar en temel duygusal ihtiyaçlarını ( sevilmek, beğenilmek, güvende hissetmek, değer görmek, yeterli hissetmek gibi) derinden karşıladığını hisseden bir çiftin kolaylıkla şekillendirebileceği şeylerdir.



      Şanver YEREBAKAN
Klinik Pskikolog / Psikoterapist


Sosyal Fobinin Paradoksları



İnsanların gözünden düşme korkusu diye bilinen sosyal fobi, ip üstünde yürümeye benzer çoğu zaman. Diğer insanlar size bakarken, ip üstündeki cambaz titizliğinde onların gözündeki yerinizi korumaya çalışır, iç dünyanızdaki değersizlik ve yetersizlik çukuruna düşmemek için uğraşırsınız. İşte o anda dikkatinizi dağıtacak bir şeylerin çıkma ihtimalinin korkusu daha ipin üstüne çıkmadan  sarar tüm bedeninizi. Bu korkuyla ve heyecanla ipin üstüne çıktığınızda ise sizi alkışlayanları değil kuyudan size el sallayanları görürsünüz ilk olarak. Sonrasında dengenizi kaybedersiniz ve durum istenmediğiniz şekilde sonuçlanır, kendini gerçekleştiren kehanet ortaya çıkmış olur.
Fobi kelimesi yunanca “kaçış” anlamına gelen “phobos” tan gelmektedir. Sosyal fobi ise diğer insanlar tarafından değerlendirilme kaygısı olarak da bilinen sosyal ortamlardan kaçış olarak tanımlanmaktadır. Tanı kriterlerine baktığımızda(DSM IV);

-                          Kişinin tanımadığı insanların yanında yada kalabalık ortamlarda bir eylem gerçekleştirmeye yönelik duyduğu belirgin ve sürekli korku halinin olması
-                          Diğer insanların yanında küçük duruma düşeceği ve utanç duyacağına ilişkin yoğun kaygı yaşaması ( Çocuklarda anksiyete sadece erişkinlerle olan etkileşimlerinde değil kendi yaşıtlarıyla karşılaştığı ortamlarda da ortaya çıkmalıdır)
-                          Kaçınma, anksiyöz beklenti yada korkulan toplumsal eylemin gerçekleştiği durumlarda günlük işlerini, mesleki faaliyetlerini ve genel işlevsellik durumunu bozar veya bozulacağına ilişkin kaygı ortaya çıkarması
-                          Kişi korkusunun aşırı yada anlamsız olduğunu bilir ( Çocuklarda bu özellik olmayabilir )
-                          Korkulan toplumsal durumla karşılaşma hemen her zaman anksiyete doğurur. Duruma bağlı olarak panik atağı biçimini alabilir.
-                          18 yaş altı kişilerde olduğunu söyleyebilmek için bu özellikleri en az 6 ay göstermesi gerekmektedir.

Sosyal fobisi olan kişilerin her haliyle kabul edildiğini hissettiği ortamlarda kaygılarının biraz düştüğü fakat bir şekilde değerlendirildiğini hissettiği durumlarda ise kaygının doruğa ulaştığı görülmektedir. Kendi içinde paradoksal bir yapıya sahip olduğu bilinen bu kişilerin, temkinli davranarak kaçınma göstermelerine rağmen korktuklarının başlarına geldiği gözlemlenmektedir. Kalabalığa seminer verecek, toplantıda sunum yapacak, bir gruba açıklama yapacak ya da bir ortamda diğer insanların da görebileceği şekilde eylemde bulunacak birinin bu süreçte yaşadığı sosyal fobinin dinamiklerine bakacak olursak;

Kişi harekete geçeceği zamana kadar bastırmış olduğu kaygılarıyla yüzleşmek zorunda olduğu ana gelmiş ve kalabalığın karşısına çıkmıştır. Kendini izleyen ve değerlendirildiğini düşündüğü birçok kişiyle karşı karşıya gelmiş ve söz kendisindedir. Suların durulduğu o anda kişi hünerini gösterirken kendini de ve izleyenleri de ikiye bölmektedir. Kendi iç dünyasının bir kısmında; bu zamana kadar diğer insanlar tarafından takdir edilen özelliklerin olduğu, başarılar elde etmesini sağlayan yeteneklerin bulunduğu, takdire şayan davranışlarla insanların dikkatini çektiği, kendini değerli hissettiren birçok yaşantısının kodlandığı, güçlü olduğunu gösteren birbirinden farklı deneyimlerinin olduğu, sevildiği ve kabul edildiğini fark ettiren bir yaşam alanını oluştururken diğer kısmında ; bu zamana kadar kendini yetersiz hissettiği anıların depolandığı, aşağılanmaları yaşadığı, eleştirildiği ve değersiz hissettirildiği yaşantıların olduğu, başarısızlıkların bulunduğu ve yapamayacağına ilişkin inançlarının olduğu kısmını oluşturmaktadır.

Kendisini dinleyen insanların da iç dünyasındaki iki farklı kısımdan birine dokunduğunu hissetmektedir. Yoğun korkularla çıkan kişi konuşmaya başladığında izleyicilerin yüzüne baktığında ya değerli ve yeterli olduğunu hissettiren bir mesaj alacak yada önemsenmediğini ve yetersiz olduğunu ifade eden bir anlam çıkaracaktır. Eğer kabul edildiğini ve değer verildiğini hissederse iç dünyasında iyi tarafa geçecek ve performansını tam olarak sergileyerek potansiyelini sahneye aktarabilmenin huzuru içerinde konuşmasını bitirecektir. Yada konuşmaya başladığı andan itibaren kabul edilmediğini hissedecek ve önemsenmediğini fark edecektir. Yetersizlikle ilgili şemaları aktive olduğunda bir taraftan temkinli davranarak hata yapmamak için uğraşacak bir taraftan da kendini kabul ettirebilmenin mücadelesini vermeye çalışacaktır. Eğer kabul edilmediğini hissettiren yüzlerde bir değişme olmazsa terleme, titreme, kızarma, konuşurken takılma ve cümleleri toparlayamama gibi semptomlar ortaya çıkacak ve panik hali oluşacaktır.  Sonrasında kaçınma davranışı göstererek konuşmayı bitirip yıkılmış bir şekilde yerine oturacaktır.

Bu durumu incelediğimizde, yaşanan kısır döngü ortaya çıkmaktadır. Sahneye çıkacak olan kişinin performansını sergileyememe yada diğer insanlar tarafından beğenilmemeye ilişkin bir inancı vardır. Bu inançla sahneye çıktığında inancını doğrulatmak için kanıt arar ve kalabalık içerisinde beğenilmediğini hissettiren bir yüz ifadesini bulur. Sonra da korktuğunun başına geldiğini düşünür, gerçekten yetersiz olduğunu hisseder ve performansı düşer . Performansının düştüğünü de nesnel olarak gördükten sonra döngü tamamlanmış olur. Temel kabul-spesifik algı- düşünce-duygu-davranış şeklinde bir kısır döngü meydana gelir ve bir çok sosyal ortamda eylemde bulunurken benzer dinamikler devreye girer.

Yukarıda ifade ettiğimiz kısır döngüye de baktığımızda sosyal fobiyi kalıcı olarak ortadan kaldırmak için kişinin temel kabullerini, inançlarını(yetersizim, değersizim) değiştirebilmesi gerekir. Bunun içinde eğer imkanı varsa psikoterapi desteği alması yoksa da bu konuya yoğunlaşarak ve kitap okuyarak değişim yaratmaya çalışması yararlı olabilir.

Panik anında duygu ve düşünceyi kontrol etmek yada kaygının fark edildiği andan itibaren kaygıyı kontrol altına almak için neler yapılabilir? Öncelikle bu belirtileri iyi anlamak gerekir. Panik yaşanmaya başladığında vücutta ( soluk almada güçlük çekme, kalp atışının artması, terleme, titreme, ellerin ayakların boşalması, mide ağrısı, halsizlik) gibi  psikosomatik belirtiler ortaya çıkabilir ve kontrolü kaybetme korkusu gibi duygular yaşanabilir. Nörobiyolojik olarak bu semptomların ortaya çıkış sürecinde, merkezi sinir sistemine bağlı otonom sinir siteminin aktif olduğunu görürüz. Otonom sinir sistemi iki farklı şekilde çalışır. Birisi parasempatik sinir sistemi ( Normal vücut fonksiyonların idare edildiği yerdir), diğeri sempatik sinir sistemdir ( tehlike anında aktif hale gelen vücudun fonksiyonlarının idare edildiği yerdir). Beyin bir tehlikeyi fark ettiğinde, sempatik sinir sistemini aktive ederek yaşanacak olumsuzlukla mücadele edebilmek için stabil çalışan vücut fonksiyonlarınızda olağan üstü hal ilan eder ve daha güçlü bir duruma gelmeniz için çalışma sistemini değiştirir. Nefes alıp verme hızınız değişir,  kalp daha hızlı çalışır ve pratik çözümler üretebilmeniz adına beyne daha fazla kan pompalar, dalak böbrek ve karın bölgesi gibi atıl durumda olan yerlerdeki kan çekilip beyne ve kaslara gönderilir, göz bebekleri büyür ve daha iyi yoğunlaşmanız sağlanmaya çalışılır. Bunların sonunda vücut ısısı arttığı için terleme ortaya çıkar ve vücut dengenizin farklılaştığını hissedersiniz.

 Panik yapmaya başladığınızda vücuttaki değişikliklerin başladığı ilk yer solunum sistemidir. O zaman yoğunlaşıp ilk değişimi oluşturacağınız ve kontrol altına alacağınız davranış ta nefes alış verişiniz olmalıdır.. Gevşeme egzersizi ve nefes egzersizi yaparak solunumu normal hale getirmeye çalışmalısınız. Derin nefes alıp yavaşça bırakmak şeklinde ve kaslarınızı önce kasmanız bir süre bekledikten sonra bırakmanız gibi egzersizler gevşemenizi ve nefesinizi normalleştirmenizi sağlayabilir. Bunu kalabalık karşısına geçmeden yada mikrofon size gelmeden psikosomatik belirtileri fark ettiğinizde yapmanız yararlı olacaktır. Performans sergilerken panik yaptığınız zamanda yine nefesinize odaklanmanız önemli ama yeterli değildir. Düşüncelerinizi ve algılarınızı da kontrol etmeye çalışmalı ve temel kabul-spesifik algı-düşünce- duygu-davranış zincirini kırmaya çalışmalısınız.


Sosyal fobi, yaşanan problemin fark edilmesi ve gerekli tedbirleri alınması halinde baş edilmesi çok zor olmayan bir kaygı bozukluğudur. Her yaşta her meslekte ve her pozisyonda insanın yaşayabileceği bir zorluktur. Kaygıyla baş edilemediği takdirde kişi daha az şey paylaşarak, sosyal ortamlarda ön plana çıkmamaya çalışarak genel bir kaçınma davranışı sergiler. Kaçınma davranışıyla yaşam kalitesini düşüren ve sosyal işlevselliğini bozulan bu kişilerin, psikoterapi sürecinde 8-10 seans gibi kısa bir zamanda ciddi değişimler yaşadığı bilinmektedir. Sosyal fobinizin olduğunu düşünüyorsanız kararınızı vermelisiniz. Ya diğer insanların sizin hakkınızda ne düşündüklerini düşünüp kaygılanarak hayatınızı geçirirsiniz ya da içinizden geleni hayata aktarmanın keyfini yaşayarak..


      Şanver YEREBAKAN
Klinik Psikolog / Psikoterapist