8 Ekim 2016 Cumartesi

Evliliğin Üç Sigortası !!!

Uzun süreli beraberliklerde ilişki, üç temel kaynaktan yeterince beslenemediğinde zayıflar, hantallaşır ve yaşam enerjisi olmak yerine yük haline gelmeye başlar. Sevgi, saygı ve güven olarak bilinen ve alt başlıklarında onlarca ihtiyacın dengeli bir şekilde karşılanmasını sağlayan bu kavramların ilişkide varlığı, hayatın devamı için gerekli olan  güneş, hava ve su gibidir. Bu ihtiyaçlar giderilmediğinde ilişki güç kaybetmeye, canlılığını yitirmeye ve zamanında müdahale edilmediği takdirde kaybedilmeye mahkümdür. Bu ayakların durumu üzerinden ilişkiyi değerlendirip, kesilmesi gereken kangren mi iyileşmesi istenilen yaşam alanı mı olduğuna siz karar vereceksiniz. Sacayağı olarak gördüğümüz bu üç faktörün ilişkiye yansımalarına kısaca bir göz atalım.

Sevgi ( Yakınlık, Şefkat, Aşk, Cinsellik ) :Sevgi, var olan potansiyellerimizi hedeflerimiz doğrultusunda hayata taşımak için ihtiyaç duyduğumuz en önemli duygulardandır.  İnsan sevildiğini hissederse büyür, güçlenir, değerli hisseder ve kendini ortaya koyar. Değer vermek, yakınlaşmak, dokunmak, karşı taraf ihtiyaç duyduğunda şefkat göstermek gibi sevgi temelindeki paylaşımlar evlilik öncesinden kalan yaraların sarılmasına ve travmaların iyileşmesine katkı sunar. Bir başkası için onarıcı olan bu sevgi, kişinin kendiyle bağ kurmasıyla mümkün olabildiği için, iki tarafa da iyi gelen şifalı bir duygu halini alır. Cinsel istek ve arzuların sevgiyle yoğrulması sonucunda ortaya çıkan aşk ise ilişkinin güçlenmesini ve iki tarafın birbirinde eriyerek bütünleşmesini sağlar. Tatmin edici cinsel yaşama sahip olmak ve bir ötekine tutkuyla bağlanabilmek yaşanan birçok soruna karşı ilişkinin bağışıklığını arttıran en önemli besin kaynaklarındandır. Eğer eşinin yanındayken: anlaşıldığını ve desteklendiğini hissediyorsa, beğenildiğini ve arzulandığını biliyorsa, dokunmak ve beraber vakit geçirmek istiyorsa, görünmez bir bağla sımsıkı bağlı olduğunun farkındaysa ve zayıf hissettiği anlarda şefkatine sığınabileceğinden eminse sevgi bağlarının kuvvetli olduğu söylenebilir.  Yakın hisseden ve sevgi bağları güçlü olan çiftler, yaşanabilecek birçok sıkıntıyı sevgi potasında eritip aşılabilirler. Bu esneklik de zorluklara karşı tahammül düzeyini arttırarak daha etkin çözümler üretilmesine fırsat verir. İlişki,  odun gibi gelen ilk darbede kırılmak yerine yumuşak bir plastik gibi bir kısmını tolere eder bir kısmını da geri göndererek zarar görmeden eski haline döner.  Eğer eşinizin yanındayken: yakınlık ve sıcaklıkla dokunmak hiçbir zaman aklınıza gelmiyorsa, size ihtiyaç duyduğunu fark ettiğinizde gönüllü olarak yanında olmak istemiyorsanız, bir araya geldiğinizde beğenme ve kendinize yakıştırma hissiyle bütünleşemiyorsanız, cinsel olarak hiçbir şekilde arzulamıyorsanız ve karşı tarafında sizinle ilgili benzer durumlar yaşadığına inanıyorsanız sevgi bağlarında yıprandığı söylenebilir. Bu durum çürük bir halatla yük çekmeye benzer, ne zaman kopacağı ve altında kalacağınız belli olmaz. Tekrar beslenmediği ve güçlendirilmediği takdirde, en küçük sorunlar büyüyecek ve eşinizin yaptığı bir çok davranış size batmaya başlayacaktır.

Saygı ( Kabul, özsaygı, kimliğin onaylanması) : İnsanın kendiyle barışması ve sahip olduklarıyla değerli hissetmesi için, önem verdiği insanlar tarafından kabul görmeye ihtiyacı vardır. Kimliğinin, sahip olduğu geçmişinin, fiziksel özelliklerinin, ailesi ve kültürünün bir öteki tarafından onaylanması ile özsaygı duygusu sağlamlaşır. Bir yönüyle hayatı boyunca kendilik duygusunu yaşatacağı ruhsal alanın sınırlarını çizme ve önem verdiği kişilerin gözünde geçerli kılma anlamına gelmektedir. Eğer eşinin yanındayken; kendi ailesinin ve kültürünün kabul edildiğini biliyor, ilgi alanlarına ve seçimlerine önem verildiğine inanıyor, bireysel özelliklerinin ve gelişim alanlarının desteklendiğini fark ediyor, mesleğinin ve rollerinin onaylandığını görüyor, iletişim ve paylaşımlarıyla varlığının değerli olduğunu hissediyorsa saygı bağlarının kuvvetli olduğu söylenebilir. Çiftler tanındığı, değer gördüğü ve saygı duyulduğunu hissettiği ilişkide, karşı tarafa da benzer duygular hissettirecek iletişim biçimi oluşturur ve bağlılıkları güçlenir. Eğer eşinin yanındayken; kendi ve ailesiyle ilgili aşağılandığını hissediyorsa, küçük düşürülmüş ve değersiz görüyorsa, sürekli eşinin zihnindeki kendiyle ilgili imajları düzeltmeye çalışıyorsa, seçimleri ve önerileri kale alınmıyorsa, koyduğu sınırlar tanınmıyor ve teslim olunması isteniyorsa saygı bağlarının ciddi düzeyde zarar görmüş olduğu söylenebilir. Saygı duyulmadığını, aşağılandığını ve değersizleştiğini hissettiği ilişkide utanç ve öfke ortaya çıkar. Derinde yer alan utanç, ilişki içerisinde öfke ve nefret olarak kendini gösterir. Küçük mevzulardan ortaya çıkan büyük kavgalar buradan beslenir ve alevler iki tarafı da saracak kadar büyür. Kontrol ve güç mücadelelerinin olduğu diyaloglarda saygısızlık kırılmaya, kırılma utanca, utanç ta öfkeye dönüşür, en son hali şiddetli tartışmaya dönüşür.

Güven (Sadakat, Bağlılık, Sahiplenilme) : Bir insan hayatını sürdürebilmesi için kaygı, karmaşa ve kaos yaşamadan kendini bırakabileceği bir ötekine ihtiyaç duymaktadır.  Yeni doğan bir çocuğun bilinmezlikler içerisinde temas ettiği ve bağ kurmaya çalıştığı annesinin varlığıyla kendini yatıştırıp huzur bulmaya çalıştığı gibi. Eş olmak, herkesten daha yakın olmakla ve güvende hissettirebilmekle mümkündür. Eğer eşinin yanındayken; sıra dışı bir durum olmadığı takdirde terk edilmeyeceğine inanıyor, yaşadığı zorlukların eşi tarafından anlaşılacağını ve imkanları ölçüsünde destek olacağını hissediyorsa, zorda kaldığında ve ihtiyaç duyduğunda amasız fakatsız bir şekilde eşinin yanında olacağını biliyorsa, ihtiyaç duyduğunda eşine ulaşabileceğinden eminse ilişkide güven bağlarının kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz. Güven duygusuyla beraber huzur ve mutluluk da artacak, yaşanan sıkıntılarda iki tarafında daha yapıcı olmasını sağlayacaktır.  Eğer eşinin yanındayken; her an suçlanacağını, beğenilmeyen yönlerinin ortaya çıkacağını, eşine yetemediği, onu mutlu edemediği ve ansızın terkedileceği gibi düşünceler aklına geliyorsa güven bağlarının zayıf olduğu söylenebilir. Çoğu zaman kaybetmekten ve terk edilmekten korktukları için karşı tarafı daha çok kontrol etmeye çalışacak, karşı taraf boğulup uzaklaşmak isteyecek fakat bu durum terk edilme korkularını daha da arttıracağı için kısır döngü halinde tekrar eden tartışmalara dönüşecektir.

Eğer sevgi, saygı ve güven temelinde sağlıklı bir ilişki yaşıyorsanız, sahip olduğunuz zenginliğin farkında olmanız çok önemli. Farkında olursanız değerini bilirsiniz, hassasiyet gösterirsiniz ve hayatınız üzerinde olumlu etkisinin devamını sağlarsınız. Besledikçe beslendiğiniz bu ilişki, hayatınız boyunca şifa kaynağınız olur ve varlığınızı anlamlandıran en büyük servetiniz haline dönüşür.

Eğer bu kaynaklarınız zayıflamış, ilişkiniz yıpranmış ve yaşanamaz hale gelmeye başlamışsa önünüzde üç seçenek vardır. Birincisi, bu haliyle gittiği yere kadar götürelim deyip kendinize de eşinize de en büyük haksızlığı yaparak sürünceme de bir ilişkiyi devam ettirmek; İkincisi, bu ilişki uğrunda çaba sarf etmeye dönük isteğim ve düzelmesine dair ümidim yok deyip ayrılmaya karar vermek; Üçüncüsü ilişkiyi veya evliliği onarmaya, daha yaşanılabilir hale getirmeye dönük bir sürece başlamaya karar vermektir.  Bu üç seçenekten biri ile ilgili karar almak sorumluluk gerektirdiği için gizli olan bir dördüncü seçenek daha vardır, o da hata yapma korkusuyla kararsız kalmaktır.
Bir çeşit donma hali olan kararsızlıktan sıyrılıp birinci seçeneği seçerseniz, freni patlamış bir kamyon gibi olacak yüksek ihtimale yoldan çıkarak kaza yapacaksınız, düşük ihtimalle de yokuş bitecek ve düz yol geldiğinde zaman içerisinde yavaşlayarak süreci kontrol altına alacaksız. İkinci seçeneği seçecek olursanız ve anlaşmalı boşanma dilekçesi verdiğiniz takdirde tek celse de boşanır yeni hayatlar kurarsınız, yok sadece bir taraf isterse ya da çekişmeli olursa yine boşanırsınız ama iki tarafa da daha çok zarar vereceği için yeni hayatlarınızı kurmanızı biraz zorlaştırabilir.

Eğer üçüncü seçeneği seçip ilişkiyi devam ettirmeye karar verecek olursanız sevgi, saygı ve güven temelinde ilişkinizi yeniden yapılandırmanız gerekebilir. İlişkinizi bütün olarak bir gözden geçirmeniz, güçlü olan yanlarına sahip çıkıp zayıf olan taraflarını güçlendirmeniz, geçmiş olumsuz yaşantıların izlerini silmek ve yaraları iyileştirmeye dönük yakın ilişkiler kurmanız, kırgınlıkların öfkenin uygun bir şekilde ifade edilmesi ve yaşanılanların kabul edilip sindirilmesine dönük paylaşımlar yapmanız bu süreçte ciddi değişimler oluşturabilir. Kendiniz ifade etme ve eşinizi dinleyebilme konusunda zorlanmıyorsanız bu süreci yardım almadan da atlatmanız mümkün olabilir. Konuşmaya başladıktan sonra kurulan iletişim, paylaşımlar yerine güç mücadelesine dönüşüyor, haklılık haksızlık tartışmasına bağlanıyor, kontrol çabalarına giriyorsanız bir çift terapistinden profesyonel destek almanız yararlı olacaktır.  


              Şanver YEREBAKAN

      Klinik Psikolog / Psikoterapist

Nereye Bakarsan Kendini Görürsün (Toplumsal Travmaların Kişisel Anlamları)

Toplumsal olaylarda travmaya maruz kalanlar, yaşadıkları somut gerçekliği iç dünyalarının süzgecinden geçirip öznel gerçekliğe dönüştürürler. Bu nedenle büyük kitlelerin yaşadığı ortak acıların anlamları, herkesin bireysel dünyasında farklılaşarak şekillenir. Yakın zamanda yaşanan darbenin kaotik ortamının, insanların bir şekilde yatıştırmaya çalıştığı ya da yok saydığı kişisel sorun alanlarının tetiklenmesine sebep olduğunu görmekteyim.

Toplum olarak geçtiğimiz bu zor dönemlerde danışanlarımın nasıl etkilendiklerini gözlemlemeye çalışırken karşılaştığım durumlara dair birkaç örnek vermek istiyorum. Bir danışanım seansta darbe akşamı yaşadıklarını anlatırken “o akşam çok kaygılandığını, uçakların alçak uçuş yapması ve askerin halkın üstüne ateş açmasından dolayı çok korktuğunu, sonraki günlerde darbe akşamına dair videolar izlerken hem üzüldüğünü hem de tekrardan endişelenmeye başladığını” ifade etti. İzledikleri arasından en çok etkilendiği sahnenin ne olduğunu sorulduğum da ise  “ bir polisin, hata yaptığının farkında olan askeri (er) şefkat içerisinde sarılarak, koruyarak götürdüğü sahnede çok duygulandığını” ifade etti. Diğer üzücü ve korkutucu anlara göre daha fazla etkilendiğin bu sahnenin, görünenin ötesinde kişisel bir anlamının olup olmadığını anlamaya çalışırken, hissettiği duyguları derinlemesine tarif etmesini istedim. O sahneyi tekrar gözünde canlandırarak tarif etmeye çalışırken “ şaşkın ve hata yaptığını farkında olan ama nasıl telafi edeceğini bilmeyen, zayıflık ve çaresizlik içerisinde olan o asker beni çok üzdü. Polisin koruyucu kapsayıcı tavrı ise içimi hafifletti ” dedi. Peki o asker ve polis senin hayatının hangi kısmına dokunuyor olabilir diye sordum ve düşünmesi için biraz zaman verdim. Yaklaşık 30-40 sn sonra küçük bir gülümsemeyle “buldum” dedi .   Çok pişman olduğu ve kendini affedemediği, kendine ve çevresine zarar verecek davranışta bulunan benlik parçasını “askere”, koruyup kollaması gereken  güçlü  benlik parçasını da (anne imgesi) “polise” benzettiğini ifade etti. Sanki iç dünyasında iki tarafın birbirine dokunduğunu, zayıflık içerisinde utanç ve suçluluk hisseden benliğinin, güçlü olan ve şefkat gösteren diğer benliği tarafından sarıldığını deneyimlemişti. Televizyondakilere hüzünlendiği düşünse de aslında iç dünyasındaki karşılığına hüzünleniyor, polisin askere sahip çıkmasıyla suçlu ama çaresiz hisseden tarafına dokunulmuş kabul görmüş hissediyordu.  

Danışanın yaşadığı döngüye bakıldığında, geçmişte yaptığı ve hala unutamadığı bazı hatalarından dolayı utanan ve suçlu hisseden benliğinin ihtiyaç duyduğu kapsanmayı ve şefkati( annesinin yeterince karşılamadığı) gösteren ötekiyle kurduğu ilişkiyi görmüştü televizyondaki görüntülerde.  O askerin neler hissettiğini biliyor, komiserin ona sarılıp korumasının ne kadar iyi geleceğini hissedebiliyordu. Belki annesinin, belki iç dünyasının bir kısmını oluşturan anne imgesinin affediciliğine ihtiyaç duyuyordu.

Bir başka danışanım, “darbe gecesi askerin işgal ettiği meydanlardan birinde olduğunu ve korku içerisinde evine gitmeye çalıştığını” anlattı. Toplu ulaşım araçlarının çalışmadığını, bazı sokaklarda elektriklerin kesik olduğunu ve askerle polisin karşı karşıya geldikleri yerden silah seslerinin yükseldiğini” anlatıyordu. O gece “bir kız arkadaşıyla beraber korku ve heyecanla dolu adımlarla hızla ilerlediklerini, ailesine ve arkadaşlarına güvende olduğunu söyleyip kimseden yardım istemediklerini” ifade etti. Diğer insanları telaşlandırmamak adına” bu korku ve kaosla yalnız başına mücadele ettiğini ve aslında güçsüz de hissetmediğini” ifade ediyordu. O akşam yaşadıklarını tekrardan gözünün önüne getirip en kötü olan durumu bulmasını istedim. Bir çok olumsuz durum yaşamasına rağmen “karanlık içerisinde yalnız yürüdüğü anın en kötü olduğunu olduğunu” ifade etti. Yalnız yürüdüğü anda yaşadığı duyguyu tarif etmesini istediğimde “ bir başkası tarafından her an düşünülmüyor olmak, güçlü ama yalnız olmak” şeklinde cevap verdi. Daha sonra “ özel hayatında biri olsaydı o an kahramanlık yapıp yanına gelmeye çalışacağını ve kendini çok özel hissedeceğini” ifade etti.  En çok üzen şeyin “darbenin ortasında da olsa yalnızlık olması, her an yanında hissedebileceği ve yakın ilişki kurabileceği kimsenin olmaması” olduğunu ifade etti.

Bu danışanımıza baktığımızda ise, herkesin ciddi korkularla kendini zayıf hissettiği anlarda kendini koruyabilecek ve bir başkasına ihtiyaç duymayacak kadar güçlü hissediyordu ama özel hissetmiyordu. Meraklanacak ve uğrunda fedakarlıklar yapacak kadar değer gördüğü yakın bir ilişkisi yoktu. Yine hayata karşı gardını yalnız almalıydı ve yine nazlanacak kimsesi yoktu. Bu danışanımıza baktığımızda, yaşananların görünenin ötesinde bireysel ihtiyaçlar bağlamında anlamlandırıldığını ve zorlukların içsel dinamiklere göre şekillendiğini görmekteyiz.

Karşılaştığımız durumlara verdiğimiz tepkilerin ne kadarının durumdan kaynaklı olduğu ne kadarının ise içsel dinamiklerimizden kaynaklandığını tespit etmek zordur. Genellikle ruhsal yapımızın gölgesinde düşünür, hisseder ve davranışlar ortaya koyarız. Bu durum bazı zamanlarda gerçeği yaşamak değil kendi gerçekliğimizi yaşamak, gerçeğe tepki vermek değil kendi gerçekliğimize tepki vermek anlamına gelebilir. Kendi duygularımızı, travmalarımızı, ihtiyaçlarımızı, isteklerimizi, korkularımızı farklı olaylarda ve kişilerde tekrar etmemiz anlamına gelebilir. Belki ihtiyaçlarımızı karşılamak ve yaralarımızı sarmak belki de kendimizi korumak adına iç dünyamızı dışarıya yansıtmamız ve tekrar tekrar farklı senaryolarda oynatmamız şeklinde ortaya çıkabilir.

       

        Şanver YEREBAKAN

   Klinik Psikolog / Psikoterapist