Toplumsal olaylarda travmaya
maruz kalanlar, yaşadıkları somut gerçekliği iç dünyalarının süzgecinden
geçirip öznel gerçekliğe dönüştürürler. Bu nedenle büyük kitlelerin yaşadığı
ortak acıların anlamları, herkesin bireysel dünyasında farklılaşarak şekillenir.
Yakın zamanda yaşanan darbenin kaotik ortamının, insanların bir şekilde
yatıştırmaya çalıştığı ya da yok saydığı kişisel sorun alanlarının
tetiklenmesine sebep olduğunu görmekteyim.
Toplum olarak geçtiğimiz bu zor
dönemlerde danışanlarımın nasıl etkilendiklerini gözlemlemeye çalışırken karşılaştığım
durumlara dair birkaç örnek vermek istiyorum. Bir danışanım seansta darbe
akşamı yaşadıklarını anlatırken “o akşam çok kaygılandığını, uçakların alçak
uçuş yapması ve askerin halkın üstüne ateş açmasından dolayı çok korktuğunu,
sonraki günlerde darbe akşamına dair videolar izlerken hem üzüldüğünü hem de
tekrardan endişelenmeye başladığını” ifade etti. İzledikleri arasından en çok
etkilendiği sahnenin ne olduğunu sorulduğum da ise “ bir polisin, hata yaptığının farkında olan
askeri (er) şefkat içerisinde sarılarak, koruyarak götürdüğü sahnede çok
duygulandığını” ifade etti. Diğer üzücü ve korkutucu anlara göre daha fazla
etkilendiğin bu sahnenin, görünenin ötesinde kişisel bir anlamının olup
olmadığını anlamaya çalışırken, hissettiği duyguları derinlemesine tarif etmesini
istedim. O sahneyi tekrar gözünde canlandırarak tarif etmeye çalışırken “
şaşkın ve hata yaptığını farkında olan ama nasıl telafi edeceğini bilmeyen,
zayıflık ve çaresizlik içerisinde olan o asker beni çok üzdü. Polisin koruyucu
kapsayıcı tavrı ise içimi hafifletti ” dedi. Peki o asker ve polis senin
hayatının hangi kısmına dokunuyor olabilir diye sordum ve düşünmesi için biraz
zaman verdim. Yaklaşık 30-40 sn sonra küçük bir gülümsemeyle “buldum” dedi
. Çok pişman olduğu ve kendini affedemediği, kendine
ve çevresine zarar verecek davranışta bulunan benlik parçasını “askere”,
koruyup kollaması gereken güçlü benlik parçasını da (anne imgesi) “polise”
benzettiğini ifade etti. Sanki iç dünyasında iki tarafın birbirine dokunduğunu,
zayıflık içerisinde utanç ve suçluluk hisseden benliğinin, güçlü olan ve şefkat
gösteren diğer benliği tarafından sarıldığını deneyimlemişti. Televizyondakilere
hüzünlendiği düşünse de aslında iç dünyasındaki karşılığına hüzünleniyor,
polisin askere sahip çıkmasıyla suçlu ama çaresiz hisseden tarafına dokunulmuş
kabul görmüş hissediyordu.
Danışanın yaşadığı döngüye
bakıldığında, geçmişte yaptığı ve hala unutamadığı bazı hatalarından dolayı
utanan ve suçlu hisseden benliğinin ihtiyaç duyduğu kapsanmayı ve şefkati(
annesinin yeterince karşılamadığı) gösteren ötekiyle kurduğu ilişkiyi görmüştü
televizyondaki görüntülerde. O askerin
neler hissettiğini biliyor, komiserin ona sarılıp korumasının ne kadar iyi
geleceğini hissedebiliyordu. Belki annesinin, belki iç dünyasının bir kısmını
oluşturan anne imgesinin affediciliğine ihtiyaç duyuyordu.
Bir başka danışanım, “darbe
gecesi askerin işgal ettiği meydanlardan birinde olduğunu ve korku içerisinde
evine gitmeye çalıştığını” anlattı. Toplu ulaşım araçlarının çalışmadığını,
bazı sokaklarda elektriklerin kesik olduğunu ve askerle polisin karşı karşıya
geldikleri yerden silah seslerinin yükseldiğini” anlatıyordu. O gece “bir kız
arkadaşıyla beraber korku ve heyecanla dolu adımlarla hızla ilerlediklerini,
ailesine ve arkadaşlarına güvende olduğunu söyleyip kimseden yardım
istemediklerini” ifade etti. Diğer insanları telaşlandırmamak adına” bu korku
ve kaosla yalnız başına mücadele ettiğini ve aslında güçsüz de hissetmediğini”
ifade ediyordu. O akşam yaşadıklarını tekrardan gözünün önüne getirip en kötü
olan durumu bulmasını istedim. Bir çok olumsuz durum yaşamasına rağmen “karanlık
içerisinde yalnız yürüdüğü anın en kötü olduğunu olduğunu” ifade etti. Yalnız
yürüdüğü anda yaşadığı duyguyu tarif etmesini istediğimde “ bir başkası
tarafından her an düşünülmüyor olmak, güçlü ama yalnız olmak” şeklinde cevap
verdi. Daha sonra “ özel hayatında biri olsaydı o an kahramanlık yapıp yanına
gelmeye çalışacağını ve kendini çok özel hissedeceğini” ifade etti. En çok üzen şeyin “darbenin ortasında da olsa
yalnızlık olması, her an yanında hissedebileceği ve yakın ilişki kurabileceği
kimsenin olmaması” olduğunu ifade etti.
Bu danışanımıza baktığımızda ise,
herkesin ciddi korkularla kendini zayıf hissettiği anlarda kendini
koruyabilecek ve bir başkasına ihtiyaç duymayacak kadar güçlü hissediyordu ama
özel hissetmiyordu. Meraklanacak ve uğrunda fedakarlıklar yapacak kadar değer
gördüğü yakın bir ilişkisi yoktu. Yine hayata karşı gardını yalnız almalıydı ve
yine nazlanacak kimsesi yoktu. Bu danışanımıza baktığımızda, yaşananların
görünenin ötesinde bireysel ihtiyaçlar bağlamında anlamlandırıldığını ve
zorlukların içsel dinamiklere göre şekillendiğini görmekteyiz.
Karşılaştığımız durumlara verdiğimiz
tepkilerin ne kadarının durumdan kaynaklı olduğu ne kadarının ise içsel
dinamiklerimizden kaynaklandığını tespit etmek zordur. Genellikle ruhsal
yapımızın gölgesinde düşünür, hisseder ve davranışlar ortaya koyarız. Bu durum
bazı zamanlarda gerçeği yaşamak değil kendi gerçekliğimizi yaşamak, gerçeğe
tepki vermek değil kendi gerçekliğimize tepki vermek anlamına gelebilir. Kendi
duygularımızı, travmalarımızı, ihtiyaçlarımızı, isteklerimizi, korkularımızı
farklı olaylarda ve kişilerde tekrar etmemiz anlamına gelebilir. Belki
ihtiyaçlarımızı karşılamak ve yaralarımızı sarmak belki de kendimizi korumak
adına iç dünyamızı dışarıya yansıtmamız ve tekrar tekrar farklı senaryolarda
oynatmamız şeklinde ortaya çıkabilir.
Şanver YEREBAKAN
Klinik Psikolog / Psikoterapist
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder